23 Nisan 2013 Salı

Meşe Palamutları

.
Ağlamaya değer şeyleri hatırlamak için arada mezarlıklara gitmeliyiz. Ben bugün gittim.

Yarım kulaçtan bile küçük bir mezar vardı. Taşını okudum, adı Melek, sadece Melek. 2 günlükken ölmüş. Ailesi, en basit haliyle hissettiklerini anlatan bir isim vermişler bebeğe, muhtemelen öldükten sonra. Zaten acı büyük olunca kelimeler hep basit olur. Demek istiyorum ki soyadını yazdırma gereği bile duymamışlar. Melek, bir soyadına ihtiyaç duyacak kadar bile kalmamış dünyada, üstünü başını bulaştırmadan doğaya karışmış. Önce üzüldüm sonra üzülmedim, ne bileyim.

Depremde ölmüş insanların mezarları vardı yığın yığın. İzmit’te mezarlıklar hep öyledir. Onları görünce insanın her seferinde içi ürperir. Ölüm tarihi aynı olan bir sürü mezar. Bir çeşit açık hava katliam müzesi. Ölenlerin bir kısmını tanıyorum, akrabalarımız ve komşularımız. Nasıl bulunduklarını, kaç gün enkaz altında kaldıklarını, ocaklarına nasıl bir ateş bıraktıklarını filan hep biliyorum. Şengül Abla mesela, iki kızıyla kaldı pis bi enkazın altında, hayattaydılar, sesleri duyuluyordu dışarıdan ama çok zor ulaşılabilecek bir yerde sıkışmışlardı. Önce kızlarından biri çığlıklar atarak öldü, sonra diğeri. Hadi biz neyse de, Şengül Abla günlerce kızlarının çığlıklarını duyup onlar için hiçbir şey yapamayarak kaldı o enkazda. Sonra çıkardılar, çocuklar ölü Şengül Abla diri. Ama bedenin yaşıyor olması bazen hiçbir şey ifade etmez. Birkaç gün sonra Şengül Abla’yı kızlarının yanına gömdüler.

Sonra Eren, abimin küçük oğlu. Arabalar onu çok heyecanlandırıyordu. Bir gün bir tanesine sarılmak istedi. Öyle akıllı bir çocuktu ki üç buçuk yaşında ölmeyi öğrendi.

Yürüdüm biraz. Bi ağaç altına oturup sigara içtim. Hepsinin ruhuna bir şarkı gönderip amin dedim. Biraz bekledim, kendimi hazırladım. İşte sonra gittim her zamanki yerime uzandım. Oradan göğe baktım. Babama son zamanlarda olan bitenleri anlattım. Komik komik anlattım çünkü babalarımızı güldürmemiz gerekir.

Meşeler diyorum, palamut veriyorlar. Meşe palamutları beni hep neşelendirir.

Bayramınız bıldırcın olsun.
.

17 Nisan 2013 Çarşamba

Kesik


Ben yoruldum. Genel yoruldum böyle, komple yoruldum. Saçlarım bile yoruldu yani, tepeden tırnağa diyorum, iç organlarım dahil, daha nasıl uzatabilirim? Uzatmayayım. Kafamın içinde rüzgarlar esiyor. Rüzgar sevmem. Yani severim de motor tepesindeyken ya da işte başka aksiyonel vaziyetlerde. Kafa içi rüzgarları iyi değil. Bir keresinde Kaçkarlara çıkmıştım, orada yayla evleri var işte, var tabii, insanlar nerede kalacak, işte o evlerde kışın da kalan oluyor mu diye sormuştum, dediler ki aşağıdaki yaylada bi kış üç genç kaldılar, sonra delirdiler. Nasıl yani delirdiler dedim, rüzgar sesinden dediler. Oralarda hava sertleşince rüzgar sesi çığlığa benzermiş. Çığlık duymaktan delirmişler. Çığlık duymak delirtir. Bilmiyorum. Bana mantıklı geldi. Delirmeyi mantıklı buluyorum.

Geçen bir belgeselde gördüm, Mike diye bir horoz kafası kesildikten sonra 15 ay yaşamış. Bayaa böyle kafasız kafasız yaşamış. Boğazındaki delikten yem ve su tıkıyormuş sahibi, o öyle ortalarda dolanıyormuş. Dolanmış yani, 15 ay. Nereye gittiğini görmeden, düşünmeden, çünkü dediğim gibi kafası yok. Gerçi bir horoz, kafası olsa da ne kadar düşünür bilemiyorum. Şu an düşünemiyorum. Kafam yok. Mike'ı çok seviyorum. Mike benim adamım. Mike'a hareket çeken hareketin allahını görür. Beni sinirlendirmeyin.

Diyorum ki bir serengetiye tayinimi isteyeyim. Filler zürafalar filan takılırız öyle. Tavuk kovalarız. Çeşitli hadiseler olur. Buraların çeşitli hadiselerinden sıkıldım çünkü. Genel sıkıldım böyle, komple sıkıldım. Uzatayım mı? İnsanlardan korkmaya başladım lan ben. Daha önce hiç insanlardan korkmamıştım. Buna üzülüyorum. Yalan filan söylüyorlar olum, hayatımda böyle saçma şey görmedim. Anlamıyorum abi, kafam basmıyor. Kafamı kestiler gerçi, bu yüzden de olabilir. Bu ara sık sık, babamın salonun ortasına serilmiş bir çarşafta öpölü yattığı günü hatırlıyorum. Üstünde pijamaları. İnsanın üstünde pijamaları varken ölü olmaması gerekir. Ne biliyim, illa öleceksen git efendi gibi önce kefenini giy. Kefen ölü olmayı normalleştiriyor çünkü. Pijama öyle değil. Pijamalı bir adam gözleri kapalı yatıyorsa onu uyandırmak istiyorsun. Yeteri kadar seslenirsen uyanır sanıyorsun. Sonra senelerce rüyalarında o pijamaları bir kefenle değiştiremediğin için hep sesleniyorsun. Öyle şeyler oluyor. Her neyse. O gün işte öyle pijamalarıyla uzanıyordu. Karnının üstünde bir bıçak vardı. Bu niye burda dedim, onu koymazsak şişer dediler. Sensiniz lan şişer! Babam o benim, babalar şişer mi, saçmalık. Sonra bıçağı elime aldım ve salondaki herkesi kovdum. Çıktılar. Babamla baş başa kaldım. Sonrasını elbette size anlatmayacağım, o kadar da değil. İbneler. Ben bir serengetiye tayinimi isteyeceğim. Çünkü çığlık duymak delirtir. Saçlarım yoruldu. Mike diye bir horoz varmış. Ölürken pijama giymemeliyiz. Benim kafamı kestiler.
.